KIRSAL KALKINMA GİRİŞİMİ YEDİNCİ TOPLANTISI “HES PROJELERİNİN KIRSAL KALKINMAYA ETKİSİ” 14-16 EKİM 2011, UZUNDERE-ERZURUM


KIRSAL KALKINMA GİRİŞİMİ YEDİNCİ TOPLANTISI
“HES PROJELERİNİN KIRSAL KALKINMAYA ETKİSİ”
14-16 EKİM 2011, UZUNDERE-ERZURUM

Toplantıya Katılan Kurumlar

Toplantının İçeriği
Ana başlığı “HES projelerinin Kırsal Kalkınmaya Etkisi” olan toplantının ilk gününde açılış ve tanışma bölümlerinin ardından üç oturum, ikinci gününde bir oturum ve saha gezisi yapılmış üçüncü gününde ise toplantının değerlendirilmesi yapılmıştır.

Birinci Gün
Toplantının açılışını Uzundere Belediye Başkanı Halis Özsoy yapmıştır. Özsoy sunumunda bölgenin en büyük problemleri olarak;
  • Üniversiteyi bitiren insanların bölgede kalmayıp ülkenin batısına göç ettiğini,
  • Yine kapitalini biriktiren insanların batıya göç ettiğini,
  • Bu nedenle bölgede örgütlenmenin sağlanamadığını, örgütlü demokrasinin oluşturulamadığını,
  • Bölgede öz kaynak üretilemediğini, oysa süreç içerisinde kaynaklarla beslenmeye ihtiyaç duyduklarını,
  • Bölgede yoksulluğun başlı başına bir kültür olduğunu,
  • Erzurum’da güneyde kalan ilçelerin hayvancılık alanında, kuzey ilçelerinin de meyvecilik alanında hibe destekleri aldıklarını, fakat bunların alanı tanımadan yapılan projelendirmeler olduğu için sürdürülebilir projeler olamayacağını,
  • Bilinçlendirme çalışmalarının yerel bilgi kapasitesinin iyi analiz edilerek yapılması gerektiğini,
  • Bölgede isyan kültüründen ziyade biat kültürünün egemen olduğunu vurguladı.

Halis Özsoy’dan sonra sözü alan Kılıçdere Belediye Başkanı ise kaliteli yaşamın ancak birlikte hareket ederek sağlanabileceğini belirtirken, Artvin’de 176 derede 501 tane HES projesi olduğunu ve bu projelerle kırsal kesimin ilk kez devletle ayrı düştüğünü vurguladı.

Birinci Oturum
Toplantının Rıfat Dağ tarafından moderasyonu yapılan ilk oturumunda öğleden önce Özgür Gürbüz ve Abdullah Aysu konuşmacı olarak yer aldılar.

Oturum başlangıcında Rıfat Dağ Türkiye’nin kalkınma serüveninde HES ve sulama barajlarına dayalı kalkınma fetişizminin olduğunu belirtirken sulama alanlarında yaşanan çoraklaşmaların ortaya çıktığını, bunun bir çevre felaketi olduğunu ifade etti. Üstelik uygulanan projelerden %70-80 sulama randımanı beklenirken bu oranın %30’ların altında kaldığını belirtti.

Şu anda ülkenin farklı coğrafyalarında yaşanan HES karşıtı mücadeleyi, basının bir asayiş vakası olarak yansıttığını devletin götürdüğü hizmeti vatandaşların anlamadığı şeklinde yorumladığını ifade etti.

Özgür Gürbüz “HES ve Enerji” başlıklı sunumunda;
  • HES’lerden ticarileştirilmiş elektrik enerjisi üretildiğini,
  • 2010 yılı sonunda TR’de kurulu gücün 49 bin MW üzerinde olduğunu, şu anda ise 51 bin MW civarında olduğunu,
  • Yıllık elektrik üretiminin 211 milyar Kwh olduğunu,
  • TR’nin Dünya Bankasına verdiği raporlara göre kayıp kaçak oranının %14-15 civarında olduğu, bu oranın Çin’de %5, OECD ülkelerinde %7 civarında olduğu, bu nedenle önce bu kayıp kaçak oranlarını azaltmanın önemli olduğunu,
  • Küresel ısınmanın[1] (dolayısıyla CO2 salınımının) TR’de %75’inin enerji sektöründen geldiğini,
  • Türkiye’de kurulu gücün %32’sinin doğalgaz, %32’sinin Hidroelektrik santralleri, %24’ünün kömür santralleri, %4’ünün rüzgar santralleri, %3’ünün fuel-oil santralleri olduğunu,
  • 2010 sonu itibarıyla TR’de kaynaklarına göre elektrik üretiminin %46’sının doğalgazdan, %25’inin hidro-elektrik santrallerinden, %25’inin kömür santrallerinden, %2’sinin fuel-oilden, %1,35’inin rüzgar santrallerinden elde edildiğini,
  • 2010 yılında işletmeye giren üretim tesislerinin 3.050,4 mW termik santral (21.993,4 Gwh üretim kapasitesi), 545,6 mW jeoter+rüzgar santrali (1.568,9 Gwh üretim kapasitesi), 1.296,0 mW hidrolik santral (2.597,6 Gwh üretim kapasitesi) olduğunu,
  • EPDK kayıtlarına göre TR’de 600 HES’in yapım halinde olduğunu, bunların 575’inde fiili inşaatın devam ettiğini, bu HES’lerin toplam kurulu güçlerinin 15.400 MW olduğunu, bu kurulu güçlerin yarısının 50MW üstü hido-elektrik santrallerinin oluşturduğunu, diğer yarısının da hemen hemen eş olarak 0-10 ve 10-50 MW arası HES’ler olduğunu,
  • TR’de şu ana kadar toplam 812 HES lisansı verildiğini, bu yılın ilk 8,5 ayında ise 116 yeni HES lisansı verildiğini,
  • Yapımı süren HES’lerin %40’ının Karadeniz Bölgesinde olduğu, 250 adedinin Doğu Anadolu’da olduğu ve bunların üçte birinin Erzurum’da yapıldığını,
  • Enerji sektöründe bakkal hesabıyla abartılmış senaryoların gündemde olduğunu, Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın bütçe konuşmalarında “2023’e kadar taşkömürü, linyit ve hidro’nun hepsini kullanacağız” söylemiyle bu senaryoları desteklediğini,
  • TEİAŞ hedeflerine göre 2023’te 440 milyar kWh üretiyor durumda olacağımızı, bunun talebin de üstünde olduğunu,
  • TR’nin İngiltere gibi rüzgarı ve İspanya gibi güneşi kullanma kapasitesi olmasına rağmen bu kaynakları kullanmadığını, rüzgarda potansiyelin yarısında olduğunu, güneşin ise dokunulmamış bir kaynak olduğunu,
  • Yenilenebilir eneri kaynaklarının istihdam yaratma konusunda da ciddi potansiyel yarattığını, enerjinin ne kadar istihdam getireceği konusunun da kurgulanması gerektiğini,
  • TR’de enerji verimliliği konusunda çok geride olduğumuzu

belirttikten sonra genel olarak enerji alanında,
  • Arzı değil talebi yöneten enerji politikalarının hayata geçirilmesi gerektiğini,
  • Fosil yakıtlara ve nükleer enerjiye verilen desteklerin durdurulması gerektiğini,
  • Sosyal maliyet kavramının enerjiyle ilgili tüm yatırımlarda kullanılması gerektiğini,
  • Enerji verimliliği ve tasarrufu ile yenilenebilir enerji kaynakları için gerçekçi hedefler belirlememiz gerektiğini vurguladı.

Gürbüz aynı zamanda HES projeleri ile ilgili olarak,
  • Projelerin dondurularak önce yöre halkına projelerle ilgili fikrinin sorulması gerektiğini,
  • Bu alanlarda kültürel, sosyal ve ekolojik kıstasların belirlenesi gerektiğini ve proje safhalarında bu kıstasların dikkatle ele alınması gerektiğini,
  • Su kullanım anlaşmalarında ihale yönteminden vazgeçilmesi gerektiğini,
  • Can suyu hesaplamalarında doğa merkezli, en az 20 yıllık ölçümleri temel alan rakamların belirlenmesi gerektiğini,
  • Elektrik üretim lisansının ÇED süreci tamamlanmadan verilmemesi gerektiğini,
  • Lisanslama ve yapım aşamasında bağımsız ve sürekli denetimin uygulanması gerektiğini,
  • Ve temelde bireyler olarak aynı işi daha az enerji ile yapmayı öğrenmemiz gerektiğini vurguladı.

Oturumun ikinci konuşmacısı olan Abdullah Aysu “HES ve Tarım” başlıklı sunumunda;
  • Suyun olmadığı yerde su hazneleri, olduğu yerde de barajlar kurduğumuzu, her ikisinin de ısı ve nem değişikliğine ve rüzgar şiddetinin artmasına neden olduğunu, bunun tarıma zarar verdiğini,
  • HES’leri yapan şirketlerin doğrudan imtiyazlı şirketler olduğunu, suyu 49 yıllığına alıp, kullanıp, sattıklarını (henüz satmıyorlar, ama satacaklar),
  • TR’nin kırsal yapısının HES’lerle değiştirildiğini, 2005 yılında çıkan Tarım Arazilerini Koruma Kanunu’nun (5751 sayılı kanun) 2008’de değiştirildiğini, böylece tarım topraklarının korunabilir olmaktan çıktığını,
  • Buna benzer bir kanunun meralar için de çıkarılmış olduğunu (4628 sayılı kanun),
  • Faydalı ve zararlı iki erozyon tipi olduğunu, toprakla suyun bağı kesildiğinde o suyun yeni toprak getiremeyeceği ve rüzgar erozyonuyla giderek verimsizleşeceği, çiftçilerin yoksullaştırılırken gıda egemenliği konusunda ülkeyi dışa bağımlı hale getireceğini,
  • Barajların ömürlerinin 50 yıl denmesine rağmen daha düşük olduğunu,
  • Barajların toprağın nemini kaybetmesine neden olduğunu, bunun da toprağın verimsizleşmesine neden olduğunu,
  • Barajlar ve HES’lerin tarıma yönelik çok ciddi zararları olduğunu, barajlarla suyun derinlere kaydığını, bunun da verimi etkilediğini,
  • Can suyu hesaplarının debinin en yüksek olduğu zamana göre yapıldığını, bu nedenle derelerin kuruma tehdidi altında olduğunu,
  • %10’luk can suyunun içine kanalizasyonun da boca edileceğini, kimyasal gübrenin de %10’a karışacağını ve bu suyun tarımda kullanımının mümkün olamayacağını,
  • Can suyu %10’a düştüğünde derelerin denizlere doğru değil, denizlerin derelere doğru geleceğini, toprağın tuzlanacağını,
  • Sadece şirketler istediği için bu kadar çok HES projesinin gündeme geldiğini,
  • Enerji kaynaklarının verimsiz kullanıldığını, alternatif kaynakların kullanılamadığını,
  • HES’lerin topraklarımızı ve tarımsal faaliyetlerimizi tahrip ettiğini vurguladı.

Yapılan iki sunumun ardından soru-cevap ve katkı bölümüne geçildi.
Nusret Çakar (katkı): 12 Haziran seçimlerinden hemen önce kanun hakkında kararname çıkarma yetkisi ile 17 Ağustos 2011 tarihinde 28028 sayılı ve 648 numaralı kanun hakkında kararname ile yerel mülki amirin kararı (valinin başkanlığında il encümenleri şunu yapacağım derse) ile toprak sahibi bir iki saat içerisinde değiştirilebilir hale geldi. 

Erhan Basmacı      (Özgür Gürbüz’e): Biogaz hakında ne düşünüyorsunuz?
              (Abdullah Aysu’ya): Devlet DSİ aracılığıyla halktan dönüm başına sulamadan kullanım parası alıyordu. Neden o zaman ses çıkarmadınız?

Pervin … (Abdullah Aysu’ya): Toplulaştırma ne derece doğrudur. Yerel tohum konusunda bir aktiviteniz var mı?

Ferhat Çıra (Özgür Gürbüz’e): Güneş ve rüzgar potansiyeli değerlendirildiğinde HES yapmaya ihtiyaç yok mudur?

Yonca Verdioğlu (Özgür Gürbüz’e): Yerele enerji sağlayacak küçük HES’ler deniyor. Bu ne demek? Ekolojik zararı olmayan HES var mı? Çamaşır makinesi kullanmayalım mı demek bu?

Ekin Kurtiç (Özgür Gürbüz’e): HES’lerden elde edilen enerji miktarı kayıp kaçakların önlenmesiyle elde edilecek, doğru mu? Tarım için barajların gerekli olabileceği, kullanılabileceği durum söz konusu mu? Yoksa kurak yerlerde nasıl tarım yapılacak?

İlhan Koçulu: Kars’ta ve Iğdır’da biz çocukken HES’ler vardı. O zaman onlar temiz enerjiydi, aydınlanmaydı. Bizim karşı olduğumuz şey hidroelektrik mi yoksa şu andaki uygulamalar mı? Biz HES’lere tümden mi karşıyız?

Berin Ertürk (Özgür Gürbüz): Meralarda fazla sayıda rüzgar enerjisi tribünü ciddi şekilde hasar veriyor. Her enerji faydalı ve zararlı olabilir mi? Doğa dostu su enerjisi nasıl elde edilebilir?

Nusret Çakar: Sadece güvenlik amaçlı olarak yapımına başlanan barajlar var. Haberiniz var mı?

Gültekin Aydeniz (Katkı): Sorun sistemsel, yani kapitalist sistem anlayışı. Doğadan kopuk, tüketim anlayışıyla çözüm bulunması mümkün değil, sorun ekolojik anlayışla çözülebilir.

Bedros Kehye: Amik Ovasında Amik Gölü kurutuldu, havaalanı yapıldı. Eskiden 8-12 metreden su çekilirdi. Şimdi 300-500 metreden çekiliyor. Bir ton pamuk alınan araziden 300 kilo pamuk alınamıyor. Kuruyan bitki türü, biten balıklar, suyun denize kaçması, hepsini yaşıyoruz. Şimdi çölleşmekte olan bir ova. Hazır gölü kuruttular, şimdi su getirmeye çalışıyorlar.

Rıfat Dağ: Ekolojik denge içerisinde insan hayatını olumsuz etkilemeyecek teknoloji kullanılabilir. Dengeleri koruyacak politikaların uygulanması önemli. Büyük barajlar devri kapandı.

Cevaplar:
Özgür Gürbüz
-Hayvancılık olan yerlerde bio-gaz tesisi kendine yeterli enerjiyi sağlayabilir.
-Kayıp kaçaklar konusunda TR’ye AB standartı getirilebilir, fakat tüketim alışkanlıkları değişmedikçe sadece kayıp kaçakları çözmekle sorunu çözemezsiniz. Enerjiyi daha az tüketmenin yollarını bulmalıyız.
-Daha az enerji harcayan üretimleri desteklemeliyiz. Bu nedenle TR’nin hangi sektörlerde üretime devam edeceği önemli. Çevre ve enerji politikalarından bağımsız sanayi politikaları olmamalı.
-Can suyu hesaplarında üç farklı method uygulanıyor. Yapılan uygulamalar çok kötü ve yetersiz.
-HES projesi uygulamak isteyen firmalar DSİ’ye proje başvurusunda bulunuyor. Proje askıya çıkarılıyor ve firmalar ihaleye girip katkı payı ödüyorlar. Fizibilite vs. yapılmıyor. Firma fazla fiyat verdiğinde bu kez can suyundan kar etmeye çalışıyor.
-Bir ÇED raporu bir HES projesi için geçerli iken o dereye örneğin 9 HES yapılabiliyor. Bu durumda ÇED’in bir anlamı kalmıyor.
-Denetim mekanizmaları hiç uygulanmıyor.
-Güneş ve rüzgar enerjisi için de bir noktaya kadar zarar verir diyebiliriz, hiçbir teknoloji melek değildir.
-Ekonomi ve sanayinin bir düzenlenmesi gerekiyor.
-Tortum’daki Gerze’deki direnişler çok önemliydi. Tortum’da 7 dava kaybedilmiş, danıştaya gidilecek ama bu mücadeleler bize çok şey kazandırdı. Bu kazanımları başka bir yere çekmek zorundayız.  
-İnsanlar genelde, ben elektrik tüketeyim ama HES’ler yapılmasın diyorlar. Siz de birey olarak bir şey yapmak zorundasınız, yoksa sorunu çözemeyiz.
-HES’ler konusunda benim önerim süreçlerin dondurulmasının ardından tüm tarafların bir araya gelmesi, yeni kıstasların belirlenmesidir. Örneğin Hasankeyf’te 30 bin kişi göç ediyorsa, 9 bin yıllık tarih sular altında kalıyorsa bu bir kıstastır. Eğer o yöre halkı evet demiyorsa HES bitmeli, başlamamalıdır.
-Örneğin Gerze’de sondaj izni yok, ÇED raporu yok.
-Sorun temelde sistemden kaynaklı bir sorundur. Esas sorun adil dağıtımdadır.
-Kars’ta o gün var olan HES’ler bağımsız HES’lerdi. Bugün hepsi birbiriyle bağımlıdır.
-Bugün elektrik enerjisinin %30’unu konutlar, %35-40’ını sanayi kullanıyor. %2-3’lük kısım sokak aydınlatması için kullanılıyor ki bunun tamamı güneş enerjisiyle sağlanabilir.
Biz temelde yaşam kalitesinin ilerlemesine karşı değiliz. Bunu enerji kullanım kapasitesini geliştirerek de yapmalıyız. O nedenle konu politikacılara bırakılamayacak denli önemlidir. 

Abdullah Aysu
-Su ücreti konusunda biz 20-30 milyon TL’lik borçların silinmesi için dosyalar hazırlayıp verdik.
-Bio-yakıt konusunda hükümetler ve devletler şirketlerce ele geçirilmiş durumda. EPDK yakıtlarda %3 bio-yakıt olacak dediğinde 4 milyon ton yağlı tohum bio-yakıt elde edilmesine yönelik olarak üretiliyor. Oysa tarım toprakları asla yakıt ve enerji için düşünülmemelidir. Türkiye tarım toprakları konusunda yeterli değildir, yağlı tohumlara çok fazla para ayırmaya başladık.
-Tarım için sulama gerekmiyor. İç Anadolu’da zeytin yetiştirmek zorunda değilsiniz.
-Sanayinin ihtiyacı olan enerjinin nasıl üretileceği konusu benim derdim değildir, bu sorunu çözmek orunda olan ben değilim.
-HES’ler konusunda yapılan şey meşru değildir, meşru olmayan şeyin uygulanması da mümkün değildir.
-HES projeleri ile birlikte köylü artık esas duruşta değildir.
-Ben doğacıyım, yaşamı savunurum, ona uygun bir şekilde bu ülkenin yönetilmesini talep ederim.
-Ekolojik toplumu yaratmak için dur demeliyiz.
-Tarım konusunda hayvansal üretim ve bitkisel üretimin bir arada yapılması önemlidir. Oysa bizim hayvan sayımız çok düştü.


Öğleden sonra yapılan birinci oturumun devamında Özlem Saadet Işıl, Ferhat Çıra ve Gültekin Aydeniz sunumlarını yaptılar.

Özlem Saadet Işıl “Kalkınan Kırsal Alan mı?, Sermaye mi?” başlıklı sunumunda;
  • Enerji konusunda söylem inşasının “enerjiye ihtiyacımız var”, “yatırımlar yapılmazsa dışa bağımlılık artacak”, “HES gerekli ve şart” söylemleri üzerinden yapıldığını,
  • Şu anda TR’de 2000’e yakın projenin olduğu, bunların gayet alınabilir, satılabilir projeler olduğu ve bir şekilde tek kuruş harcamadan para kazanmanın bir yolu olduğunu,
  • Kapitalizmin biriken sermaye için yeni sermaye aktarım kanalları açtığı, bu kanallardan birinin de suyun metalaşması olduğunu,
  • Suya sahip olan firmanın o havzada suyun getirdiği tüm kaynaklara sahip olduğu, o dereden her türlü su tüketiminizin paraya bağlanıyor olduğunu,
  • Şavşat’ta birkaç köyde köntür takıldığı, böylece köylülerin sermaye ile zorunlu bir şekilde ilişkiye geçmek zorunda olduğunu,
  • İkizdere üzerinde 26 tane HES projesi olduğunu, bu projeler dahilinde suyun ara kanallarla bir diğerine iletildiğini ve son noktanın deniz olduğunu, böylece derelerin ekolojik dengenin tamamen dışında bırakıldığını ve tüm ekosistemin kendi yok oluşuna hazırlanmış olduğunu,
  • Köylülerin topraklarının el değiştirdiği, göçe zorlandığı ve geleneksel üretimden koparıldığı,
  • SANKO Holding’den Abdülkadir Konukoğlu, sit alanı ilan edilen İkizdere için karşı dava açacağını, dolarlarının gittiğini ifade ettiğini,
  • Bu konuda devlet-sermaye işbirliğinin çok iç içe olduğunu,
  • Dünya Bankası verdiği kredilerin %25’inin su üzerine yatırım yapacak olan KOBİ’lere verilmesini şart koştuğunu, lisanslarınsa çok kolay el değiştirdiğini,
  • Su meselesinde kalkınmanın hep olumsuz olduğu, II. Dünya Savaşı sonrasında hayatımıza giren kalkınma anlayışı ile başlayan yaşam standardını yükseltme arzusunun eşitsiz bölüşüm sonucunda hedefine varamadığını, bunun ardından sürdürülebilirlik tartışmalarının başladığını,
  • HES meselesinin devlet-vatandaşlık ilişkilerinde bir kırılma yarattığını vurguladı.

Ardından Ferhat Çıra ve Gültekin Aydeniz yaptıkları sunumlarda;
  • TR’nin bir su politikası olmadığını,
  • Alternatifi olmayan su kaynağının ancak ticarileşirse güvenilir bir kaynak olacakmış gibi hareket edildiğini, böylece suyun piyasa malı haline getirilmeye çalışıldığını,
  • Şişelenmiş suyun çok pahalı olduğu, aşağı yukarı şişelenmiş suyun şebeke suyundan 333 kez pahalı olduğunu,
  • TR’de su yönetimi konusunda yetki karmaşası yaşandığı ve herkesin kendi suyunu kendi bakış açısından yönettiğini, yasal düzenlemelerin sürekli yenilendiğini ve ticarileştiğini, oysa ölçüm ve planlamanın tek elden yapılması gerektiğini,
  • GAP bölgesinde sulamanın dalgıç pompalarla yapıldığını, yer altı sularının tükenmekte olduğunu ve sulama için çok fazla enerji harcandığını,
  • Projelerin sosyal, kültürel, tarihi özellikleri göz ardı ederek geliştirildiğini,
  • ÇED raporları bağlamında; tip projeler gibi tip raporların ortaya çıktığını, bu raporların gerçek tahribatı ortaya koymayı engellediğini, ÇED raporunun kendisin de başlı başına bir ticari faaliyet haline geldiğini,
  • Irak sınırında insan geçişini engellemek amacıyla sudan bir set kurulduğunu,
  • TR’de su politikalarının olmadığını, ya da yanlış politikalar uygulandığını, oysa suyun temel bir insan hakkı olduğunu,
  • Bölgesel dengesizliklerin odağındaki suların Fırat, Çoruh, Asi ve Dicle olduğunu belirttiler.

Yapılan sunumlar ardından soru-cevap ve katkı bölümüne geçildi.

Erhan Basmacı (Ferhat Çıra’ya): Bir akademiysen olarak tüketime ilişkin bir çalışması var mı? Bir de devlet projelerde kültürel vs. bakmaz dediniz, oysa devlet özellikle Güneydoğu Anadolu’da ve Doğu Anadolu’da bilinçli olarak bunu yapıyor. Batman’da çıkarılan petrol İskenderun’da kullanılıyor. Şikayet etme şansı yok. Enerji tüketiminde bizim bölgemizde çıkarılan şeyler neden başka bölgede işletiliyor?

Esin Candan: GAP’ın sizin gözlemlerinize göre durumu ne? Toprak reformu, sulama-çölleşme, hane halkı gelirlerine hiç katkı sağlandı mı?

Cana Ulutaş: Mesela bir altın madenine su götürülmesi işini devlet mi yapıyor, şirket mi yapıyor? GAP konusunda barajlardan geri dönüş olabildi mi?

Feyzullah Küçük: Bunlara karşı ne yapılabilir? Ne yapabilirsek ne olur? Çözüm önerileriniz nelerdir?

Özgür Gürbüz: Havza planlamaya karşı çıkan bir kesim de var, siz bu konuda ne diyorsunuz?

Cevaplar:
Özlem Saadet Işıl: Ben sunumumda üretim biçiminin kendisini eleştirmek istedim. Mikro ve kendine yeterli bir üretimi savunuyorum.
Şirketler yol vs. yapıyor, mesela okul da yapıyor. Projeler gerçekleşmediği takdirde devletin şirkete çok yüklü tazminatlar ödemesi gerekiyor.
Ne yapılabilir sorusu çok baki bir soru. Neyin nasıl yapılması gerektiğine dair her yörenin kendi pratikleri vardır. Bizim grup olarak yol göstermek gibi bir misyonumuz yok.

Ferhat Çıra: verimlilik hesapları konusunda bir enerjiden başka bir enerji elde edilirken kaynakların kullanımına yönelikte eneri harcanır. Verim hesaplarında sosyal etki değerlendirmesi de yapmak lazım. Ama herkesin işine gelmediği için yapılmıyor.
Katılıyorum, GAP bir politik projedir. Harran Ovası tamamen kurudu.
Ürün deseni ile ilgili olarak, ürün temiz çevre istiyor. Burada söz konusu olan toprağın dengesidir. Fakat bizde ürün desenini piyasa da belirliyor. Endüstriyel üretime doğru bir kayış var. Mesela susam artık marjinalleşti, börülce keza öyle.
Ürün çeşitliliğini destekleyecek makro politikalara ihtiyaç duyulmakta.

İkinci oturum
Günün ikinci oturumunda yerelden sunumlar dinlendi. Bu oturumda ilk olarak Doğa ve Yaşam Derneği’nden Feyzullah Küçük söz aldı.
Küçük “Tortum Bağbaşı Serdarlı Dikmen Köyü Bölgesinde HES’ler ve Kırsal Kalkınma / Getirisi-Götürüsü” başlıklı sunumunda;
  • HES’lerle trajik bir şekilde tanıştıklarını,
  • 4-5 ayhapis yatan 5 arkadaşlarının bulunduğunu ve yargılanmalarının devam ettiğini, 15 kişiye kimseyle görüşmeme cezası verildiğini, 10 kişiye para cezası verildiğini, 53 kişiye ise tazminat cezası verildiğini ve yüzlerce kişinin etkilendiğini,
  • Halkın HES’ler konusunda hiçbir şekilde bilgilendirilmediğini, bundan idarecilerin sorumlu olduğunu,
  • Bu mücadele eğer direnmeyle kazanılabilseydi kendilerinin bir vatan mücadelesi görünümü verdiklerini, nineler ve çocuklarla direndikleri,
  • Gelinen noktada yetkililerin yine duyarsız olduklarını ve halkı görmezden geldiklerini,
  • İlgilenenlerin ise sürece yüzeysel baktıklarını,
  • Kendilerinin talebinin bilgilendirilmek olduğunu,
  • Suların boruların içerisine girmesinin ardından yaşamın biteceğini düşündüklerini, oysa akarsuların kendilerinin yaşam biçimi olduğunu,
  • Bu nedenle bu mücadeleye devam etmeleri gerektiğini düşündüklerini,
  • Ankara Üniversitesi’nden bir heyetin bölgeye çalışmaya geldiğini, bu heyete şirket mensubunun da eşlik ettiğini, kendisine niye bu kadar itiraz ettiklerini, kendilerine para verebileceklerini söylediğinde kendisine hiçbir şeyin kendi ellerinde olandan daha değerli olmadığını ifade ettiğini,
  • Kendilerinin birinci hedefinin HES’leri iptal ettirmek olduğunu, bu hedeflerini proje yapan insanlara anlattıklarında vazgeçirebileceklerini düşündüklerini, buna çalıştıklarını, ama faydalı bir sonuç elde edemediklerini,
  • Kendilerine hep mağdur olmayacaklarının söylendiğini,
  • Yapılan toplantılarda sordukları hiçbir soruya cevap alamadıklarını,
  • Projeleri durdurup, vatandaşa ve derneklere danışılmasını sağlamaya çalıştıklarını ama başaramadıklarını,
  • Bölgede 1000’den fazla insanın maddi ve manevi bedel ödediğini,
  • 800 polis ve 150 jandarma ile geldiklerinde devletle vatandaşın çatışmasını istemediklerinden o gün direnç göstermediklerini,
  • Fakat mücadeleye devam etmek istediklerini belirtti.

Küçük ayrıca;
  • Türkiye’de 2000 tane HES yapılacağını bildiklerini ama tarım, doğal yapı, nüfus potansiyeli yoğun olan bölgelerde bunların bir kez daha gözden geçirilmesini istediklerini, yerine ne konulabilirse başarılı olabileceklerini ve haklılıklarını ortaya koyan davranışlar oraya koyabilecekleri konusunda arayışta olduklarını,
  • Mücadelelerinde haklı çıkabilmek için uzmanların kendilerini bilgilendirmek zorunda olduklarını,
  • HES’ler gerçekten olacaksa kafanın gövdeden ayrılacağını, bunun için kafayı kurtararak kolu vermenin işe yarar olup olmadığını düşündüklerini,
  • Bir şeyleri başarmak zorunda olduklarını,
  • Bu konuda herkesin kendilerine bir şey vermesini istediklerini belirtti.

Üç HES’İn 75 milyon USD değerinde olduğunu belirten Küçük vadinin değerinin 750 trilyon değerinde olduğunu belirterek;
B Planı olarak tarımın, doğanın, yaşamın olduğu bölgede yazın 5 ay su isteyebileceklerini, HES projesinin hayatlarını zindana çevirdiğini, bu projelerle tüm varlıklarının yok olacağını, en az 150 esnafın işsiz kalacağını, HES’ten sonra varlıklarının değerinin sıfırlanacağını, göçe de varlılarını kabetmiş olarak çıkacaklarını, gittikleri yerde de sorun olacaklarını, alışık oldukları yaşam düzeninin ellerinden gitmiş olacağını belirtti.

Daha sonra söz alan İspir Çoruh Vadisi Çamlıkaya Dereleri’nden Mine Macit;
  • Köyün içinden geçen dere/suyun HES olacağını,
  • Köylü’nün devlet yaptırıyor dediğini, oysa devletin köylünün olanı köylüye para ile satmaya hazırlandığını,
  • Köylüler tarafından suyun boşa aktığına dair bir öngörü olduğunu,
  • Çoruh üzerinde HES inşaatı başladıktan sonra elektrik kesintileri yaşandığını, yabani yaşamın zarar görüdüğünü,
  • Belediye başkanının ben bu işten ne kazanırımın peşinde olduğunu,
  • Halkın bölündüğünü, insanların kendi evlatlarıyla karşı karşıya bırakıldığını ifade etti.

Yusufeli’nden Ali Yıldırım sunumunda Yusueli’nde de HES sorunu olduğunu ama esas sorunlarının baraj olduğunu ifade etti. Bu baraj ile sulu tarım arazisinin %95’inin yok olacak olduğunu kendilerine bir tek dağlık arazilerin kalacağını ifade eden Ali Yıldırım yerleşecek ilçe bulamadıklarını da sözlerine ekledi. 1999 yılından buyana uğraştıklarını ve başvurabilecekleri her yere başvurduklarını belirten Yıldırım davayı kazandıklarını ve projenin değiştiğini fakat sürecin yeniden başlayacak olduğunu bildirdi. Yıldırım aynı zamanda Yusufeli’nin basında hiçbir şekilde yer almadığından şikayet etti.

Ali Yıldırım’ın ardından söz alan Çoruh Havzası Çevre Koruma Birliği’nden Güner Hera Nakış Türkiye’nin Kyoto Protokolünü ekB olarak imzaladığını iddia etti. Bu iddiası üzerinden imza attırılmamasıyla üçüncü dünyanın, sanayisi kirleten birinci dünyanın emisyonunu başka yerler üzerinden (üçüncü dünya üzerinden) devam ettirmesini sağladığını savundu. TR’de Aksu barajını yapan Borusan’ın Mannessman’ın yan şirketi olduğu ve böyle çalıştığını iddia etti.

HES’lerin karbon emisyon gazı salınımı sertifika ticareti (HES yenilenebilir enerji olarak geçiyor) açısından önemli olduğunu ve enerjiden değil karbon salınım sertifikasından kazanç sağlanacağını vurgulayan NAKIŞ bu ticaretle HES’lerin çok sıkı bağlatıda olduğunu, HES’lerin bu anlamda yenilenebilir kategorisinde olmalarının önemli olduğunu vurgulayarak;
  • HES inşaatı yapan firmaların Dünya Bankası’ndan çok cüzi faizle kredi alımı yaptıklarını,
  • Birinci Dünya ülkelerinin dünyayı kirletmeye devam hakkını HES’lerle kazandığını,
  • Bu borsanın altın borsasına denk geldiğini,
  • Sertifikaların alınıp satıldığını,
  • HES mağdurlarının bütün bunlardan habersiz olduğunu ve tesadüfen öğrenildiğini belirtti.

Bu sunumların ardından soru-cevap ve katkı bölümüne geçildi.

Özgür Gürbüz bu noktada Güner Hera Akış’a müdahale ederek Türkiye’nin KYOTO’yu 2004’te OECD ülkesi gibi imzaladığını, İmren Aykut’un yükümlülük alınması gerekmiyorken hem Ek B’de hem de Ek 1’de yer aldığını belirtti. Ayrıca 2012’de KYOTO’nun biteceğini ve tarihe karışacağını ifade etti.

Cana Ulutaş: Topyekün hayır diyoruz ama yerele zarar mı veriyoruz? Bu noktada ateş düştüğü yeri yakıyor anlayışından vazgeçmemiz gerekiyor.

Peki oylarınızla baskı yapamıyor musunuz? Milletvekillerinden hesap sormak mümkün olmuyor mu?


Ferhat Çıra: Feyyaz Bey HES’lerin yapılmamasına yönelik alışma var mı diye sormuştu?

Pervin …: Bizim yaşanmışlığımızdan öğrendiğimiz deresi olan köyleri uyarmanın önemli olduğu. Örneğin HES’çiler giremez levhaları asılabilir bu alanlara.

Karaman Ermenek Gürmeli Köprüsü sular altında kaldı. Biz göçerler yıllar boyu oradan geçtik. Şimdi geçemiyoruz.

Buraya gelirken Erzurum’a gidiyorum dediğimde herkes dualarımız onlarla diyor, yalnız değilsiniz.

Feyzullah Küçük: Konu siyaset üstü bir konu. İktidar partisi tepkimizden korktuğu için buraya gelemedi. Bölge dışında aşırı derece sorumlu tuttuk. Halkı işin içine sokmadılar. Bu bölge ideolojisini çok keskin belirtmiş bir bölge. Referandumda sandıkları boş gönderip HES yazalım demiştik ama onu da başaramadık. Bağbaşı Belediye Başkanı bu süreçte istifa etti.

Alternatiflere açık olmamız gerekiyor. Uzaktaki için temenni olan bizim için hayatla ölüm arasında. Benim bireysel olarak bölgeyle ilgili çok büyük hayallerim vardı. Burada geleneksel yapı hakim, çağa ayak uydurmaya ihtiyaç var. Organik tarım yapıyoruz. 88 üretici 500 ton elma satıyor.

Esin Candan: Bergama’ya gittiğimde oradaki insanlara yaşamlarında neyin değiştiğini sordum. Orada insanlar unutulmuş olmaktan çok muzdarip. Biz kendimizi zincirlemiştik ama unu neden yaptığımızı bilmiyorduk dediler. Bu nedenle siz yerelden liderlerinizi çıkaracaksınız, biz de arkanızdan geleceğiz.

Özlem Saadet Işıl: Bu tip mücadelelerde şehirde kurulacak olan ayağın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ayrıca mücadelenin güçlü olduğu yerlerde kadınların mücadeleyi sahiplenmesinin çok önemli olduğunu görüyoruz. Belki kaybedecek şeylerinin daha az olması sebebiyledir. Burada kadınların durumu nedir?

Feyzullah Küçük: İlk başta kadınlar işin içinde yoktu. Kadınları işin içine dahil etmek istedik. 1 Mayısta 3000 kişi geldi. Bunların arasında bir tane bile yerel kadın yoktu. Ama kadınlar tarım alanlarına bağlılar, tek özgürlük alanları bostanları. Evlerinin dışında gidebilecekleri tek yer tarım arazileri. Her şey bir köylünün eşini getirmesiyle başladı. Onun ardından katılmaya başladılar. Bağbaşında işi artık sadece kadınlar üstlenmiş durumda. Kadın kafasında hiçbir şey oluşturmadan gidiyor eyleme.

Abdullah Aysu: Feyzullah Bey kafayı kurtarmak için kolumuzu verebiliriz dediniz. Alanınız 2008 yılında çıkarılan yasaya göre istimlak edilmiştir.

Feyzullah Küçük: Bizde 99 parsel kamulaştırıldı. Bir kişi bile gidip parasını bankadan çekmedi.

Abdullah Aysu: Mücadelede bir aşamaya gelindi. Ankara, biz bunlara yaptırırız diyor. Yasa değişikliği için talepte bulunsak bu etkili olmaz mı?

Erhan Rohani: Mücadelemizi bir adım öteye taşıdığımızda bizi terörist ilan ediyorlar dediniz. Egemen güçlerin ağzıyla konuşursak ülkenin batısı doğusunu terörist ilan ediyor.

Feyzullah Küçük: Bizim vatana bir bakış açımız var. Bir asker kendi kendine karar verse tezkeresini alır evine gider. Hiçbir yetkili de geldiği görüşle geri gitmiyor. Asi olmadığımızı anlıyorlar. Bizi dinlemeleri de önemli. Biz coplama-taşlama işlerine girmek istemeyiz. Askere polise taşta yumrukta atmam. Benim mektubum meclis kürsüsünden okundu. Biz hakkımızı istiyoruz, mücadeleye devam edeceğiz.

Bu hükümet gider, ama devlet devam eder. Benim için terörist hakkını arayan değil bölücü olandır. Devletine hak mücadelesi için bakmaz bölücüdür.

Özgür Gürbüz: Başka bir şey için hiç eylem yapmış mıydınız?

Feyyaz Küçük: Hayır, durup dururken niye eylem yapayım.

İkinci Gün
Toplantının ikinci gününde yapılan tek oturum ardından saha ziyaretleri gerçekleştirildi.
İlhan Koçulu’nun moderatörlüğünde gerçekleştirlen oturumda DATUR Projesinden Egemen Çakır “Kırsal kalkınma çalışması olarak DATUR Projesi ve yöre halkına yansımaları” bağlamında;
  • DATUR projesinde insan odaklı bir yaklaşım benimsediklerini,
  • Projenin İspir, Yusufeli ve Uzundere’de yürütüldüğünü,
  • İnsanların hiçbir ihtiyacı için direkt para vermediklerini,
  • DOKAP projesi ile tarım ve hayvancılık sektörlerine ağırlık verildiğini, 2004’te İsviçre fonu ile buna turizm ayağının eklendiğini,
  • Mayıs 2007’den itibaren Efes Pilsen’in sosyal sorumluluk projesi olarak DATUR’u başlatıldığını,
  • Baraj ve HES projeleri yüzünden 2009 yılından itibaren İspir’den ayrıldıklarını,
  • Yusufeli’ndeki ve İspir’in yan vadileri için danışmanlık verildiğini,
  • Uzundere’de öncelikle envanter çalışması yapıldığını, buradaki flora ve faunanın çok zengin olduğunu (su samuru, ayı, Anadolu leoparı vb),
  • Projenin başlangıcında yöre halkı için çeşitli turistik bölgelerde (Çıralı, Kaba Koyu) inceleme ve kapasite geliştirme gezileri yapıldığını,
  • Pansiyonculuğun geliştirileceği evlerden öncelikle yatırım yapmalarını talep ettiklerini, bu bağlamda öncü insanların çıktığını,
  • 24 eve 2500 ile 7500 TL arasında destek verildiğini, ama bu desteğin nakdi değil, ayni olarak yapıldığını,
  • Bu çalışmaların sonucu olarak bir kooperatif kurulduğunu ve artık fiş-fatura kesebiliyor olduklarını,
  • Farklı dillerde birçok tanıtım materyali (broşür vs) geliştirildiğini,
  • TR’nin eko-turizm haritasını oluşturmaya çalıştıklarını,
  • Tanıtım amaçlı ulusal ve uluslar arası fuarlara katıldıklarını,
  • Hediyelik eşya üretmek amacıyla seramik atölyesi kurduklarını,
  • SODES projesi bağlamında elişi ürünlerini geliştirdiklerini,
  • Erzurum, Bayburt ve Erzincan illerini kapsayan Kuzey Doğu Anadolu Kalkınma Ajansının (KUDAKA) projelerini destekleyebilecek nitelikte 3 fon açtığını, bunlardan yararlanmaya çalıştıklarını,
  • 2023 yılı turizm vizyonuna yönelik Turizm Master Planını çıkardıklarını,
  • Kuş gözlemciliğini geliştirdiklerini,
  • Tortum Gölü’nde su sporlarını geliştirdiklerini,
  • Dağcılık faaliyetlerini geliştirdiklerini,
  • Doğa sporları festivalini geliştirdiklerini belirtti.

Sunumun ardından soru cevap ve katkı kısmına geçildi.

Abdullah Aysu: “sosyal dönüşüm” ve “insan odaklı”lık doğa üzerinde egemen bir rol oynamaya başladı. İnsan her şeyi yönetmeye başladı.
1950’de TR’ye traktör girdi. Türkiye traktör çöplüğüne döndü. Kendi iç dinamikleri ile gelişmeyen, doğrudan fonların öncülüğünde giden bir şey de aynı şeyi yaratır.

Nusret Çakar: Antalya’da da her şey çok masum başlamıştı. Günümüzde doğayı yok eden endüstri haline geldi.
Egemen sunumunda “paranın nasıl kazanılması gerektiğini öğrettik” dedi. Neden para odaklı, ekonomik gereklilikler üzerinde düşünüyoruz?

Rıfat Dağ: Egemen’in çalışmalarını ibretle izliyorum. Neden kırsal kalkınma diyoruz? İnsanların bir geçim aracına ihtiyacı var. Kırsal kalkınma dediğimizde de insanın refah ve yaşam kalitesini artırmaktan bahsediyoruz.

Aylin Örnek: Turizm gelişirken tarım ve hayvancılıktaki değişimler neler?

Berin Ertürk: Turizm beni ürkütüyor. Hizmet topluluğu asalak bir toplum haline dönüştürebilir bizi. Yaşam kalitesinin ölçüsü sadece para mı?

Zuhal Okuyan: Fonlar geri çekilebilir, ajanslar geri çekilebilir. Peki bundan sonraki örgütlenme ne olacak? İnsanlar kendi aralarında bunun için ne yapıyorlar?

Egemen Çakır: Fonlar alınırken sözleşmeler fonların bir anda bitmemesine yer veriyor. Erzurum IPA’dan hiç yararlanamadı. Projeler burayı tahrip etmesin diye uğraşıyoruz. Buralar bir şekilde saklı cennet, ortaya henüz çıkarılmamış çok şey var. Başarı örnekleri şirketleri cezp ediyor. İç dinamiklere (kalkınma merkezleri / ajansları, valilikler vs.) girmeye, devletin uygulayabileceği ne varsa göstermeye çalışıyoruz.
Tarım ve hayvancılık konusunda fiyatlar da artış örülüyor. Birçok ürün marka oldu.

Bedros Kehye: dışarıda vatandaşlarla konuştuğumda projenin bireysel yürüdüğünü, bu işleri yürütenlere yakın olanların projeden daha faza kazanım elde ettiklerini, önceliklerden sıra gelirse kendilerine gidildiğini söylediler. Böyle bir şey var mı?


Saha ziyareti

Saha ziyaretleri kapsamında Uzundere’den hareketler Tortum Gölü ve Şelalesi, Yusufeli, Dikmen Köyü ziyaret edildi. Yapılan saha ziyaretinde Çoruh havzasında yapılması düşünülen baraj ve yamaç santrallerinin çok büyük tahribata yol açtığı/açacağı tespit edilmiştir. Çoruh vadisindeki sularda 13 büyük baraj, 150 HES projesi vardır.

Toplantı sırasında da ifade edildiği gibi HES’lerin ulusal elektrik sistemine katkısı %4 oranındadır. Projeler yaklaşık 150.000 yerleşik kişinin yaşamını etkileyecektir.

Diğer yandan bölgede endemik bitki türleri çok fazla olup vadi tabanı çok zengindir. Organik tarıma müsait bir arazide içilebilir bir su kaynağı yok edilmektedir.

Proje bir “elektrik üretim” projesinden çok bir “insansızlaştırma” projesi gibi durmaktadır.

Bu alanlarda uygulanmakta olan pansiyonculuk ve diğer doğa turizmi, rafting sporları ve eğlencesi yok olup gidecektir.

Buradaki insanlar yaşamlarını doğa ile iç içe sürdürmekte olan, alın terini kutsal sayan insanlardır. Uygulanan HES ve baraj projeleri ile yaşamlar asimile edilmektedir.

Bu insanların yaşam şekline müdahale edilerek üretici durumdan tüketici duruma sokulmak istenmektedirler. Bu nedenle yöre halkı bu projelerin elektrik için olduğuna inanmamaktadır.

Projelerin gerçekleştirilmesi ardından mikroklima etkisine sahip bu vadi yok olup, bu zengin fauna ortadan kalkacaktır. Yöre halkı bütün bu aktivitelerin amacının maden şirketlerinin kolay çalışmasına yönelik olduğunu ya da bu alanın şirketlerin talanına açılmak için yapıldığına inanmaktadırlar.

Yusufeli özelinde bakıldığında; Yusufeli 62 köyü olan 1952-54 yılından beri ilçe olan bir yerleşim. İlçenin çevreyle erişimi çok dengelidir. Fakat bu çanağın suyla dolması halinde Yusufeli’ye bağlı köyler dört parçaya ayrılmış olacak. Barajını yapımı ardından Yusufeli’nin tüm sebze ihtiyacını karşılayan 18 köy sular altında kalıp Bayburt’tan Batum’a kadar olan bölgede 130.000 insan yaşamı doğrudan bu projeden etkilenecek. Barajın yapımından sonra sular altında kalmayacak olan tarıma elverişli sadece 2 köy vardır, bu köyler Köprügören ve Yokuşlu köyleridir. Birinci sınıf tarım toprağı olan bu alandan da 40m. genişliğinde yol geçirilmektedir. Bu köyler haricinde 25-26 dağ köyü kalacaktır. Bu köylerin Yusufeli’nin gıda ihtiyacını karşılaması mümkün değildir.

Bu köylerde yaşayanların TOKİ binalarına yerleştirecekleri söylenmektedir. Dolayısıyla baraj inşaatının ardından ortada bir Yusufeli kalmayacaktır.

Bölge insanının teslimiyetçi, hak aramayı suç sayan bir yapısı olduğu söylenmektedir. Tortum’da oyların %98’ini iktidar partisi almıştır. Bu durum baraj ve HES karşıtı mücadele sürecinde de görülmektedir.

Bölgede toprak geleneksel olarak sadece iki yolla el değiştirmektedir. Bunlar sırasıyla savaş ve mirastır. Oysa baraj ve HES’ler bağlamında vatandaşlardan habersiz olarak istimlakler yapıldıktan sonra kendilerine haber verilmektedir.

Bu alanlarda daha önce üzüm yetiştirildiği yapıldığı kazılarla bulunan şarap mahzenleriyle tespit edilmiştir. Üzüm türleri; turfanda üzüm (Doğu Türkistan’dan gelen bir tür, ince kabuklu ve Haziran-Temmuz gibi erken çıkan bir üzüm çeşidi), keçimemesi, karol, Çohur, Öküzgözü ve şirelik üzümlerdir (isimlerin doğruluklarını sınamak gerekebilir).

Hayvan cinsleri olarak bozırk, karaırk, sarıırk, jorsey-montofon gibi cinsler görülmektedir. Devlet buraya ait olmayan ırklardan verince hayvanların melezleştiği söylenmiştir. Anadolu Karasığırını korumak için boğa güreşleri düzenlendiği ama zamanla Anadolu Karasığırını kaybettikleri de ifade edilmiştir.

Bölgeye has tohum türlerinin (sarıbaş (çavdar buğday arası), çavdar, buğday, ilim (darı)..) muhafaza edildiği ve hazine gibi saklandığı ifade edilmiştir.

Yaban hayatı açısından da bilinmeyen türlerin (arap tavşanı (fareye benzer), susamuru türleri, vaşak, kafka engereği, Anadolu boğa yılanları (5-6 m. boyunda), kınalı keklik, buraya has yabani keçi(143cm. boynuz uzunluğu olan bir keçi), ayılar, kurtlar, çakallar…) burada yer almakta olduğu belirtilmiştir.

Balık türleri olarak bölgede kırmızı benekli alabalık, sazan/aynalı sazan, çamurbalığı, tatlı su levreği bulunmaktadır.

Çoruh nehrinde inşaat halinde olan (başlanan ve başlanmak üzere olan) barajlar;
Yüncüler
Sırakonaklar
Çamlıkayasuyu
Aksu
Yeşilyurt
Bıçakçılar …

Artvin’de yapımı başlayan barajlar:
Marodit
Borçka
Deriner
Artvin

Erzurum’da yapımı başlayan barajlar:
Arkun
Artun
Aksu
Güllübağ
İspir
Laleli

Hazırlık yapılanlar
Yusufeli başlama noktasında

150 HES içerisinde iptal edilenler
Maçahel (Camili)
Bıçakçılar
Demirköy (Yusufeli)
Dört kilise köyü (direnişe devam ediyor)
Çamlıkaya’da köylü suyu vermiyor, yapamayacaklar.

Çoruh’u besleyen en büyük kanalların üzerinde Yüncüler, Sırakonaklar, Aksu direnç olmadığı için faaliyetlere devam ediliyor.

Çamlıkaya, Yeşilyurt, Borhal Vadisi, Bıçakçılar direnişe devam ediyor.

Çeltik üretilen köylerden Artvin’de Çevreli, Çeltikdüzü, Kılıçkaya, Dört kilise, Alanbaşı, Köprügüven köyleri iler Erzurum’de Üzümbağı, Karakale, Karakamış köyleri yok olacaktır.

TORTUM’da Dikmen Köyünde Yunus Kaya ile yapılan görüşmede bu inşaatların bu inşaatların 2011 yılında başladığı, kendilerinin konuyu komşu köylerdeki inşaatlardan sonra fark ettiklerini, yani geç kaldıklarını, kendilerine sondaj yapan kişilerce İkizdere’den Rize’ye yol yapıldığının söylendiğini ifade edildi. Vadinin Söğüt, Kavak, Ardıç diye projelendirmiş oldukları ifade edildi.

Burada yapılanların vadinin tamamen kül olması, meyve yetiştirilememesi demek olduğu ifade edildi.

Burada halkın itiraz etmeyen bir halk olduğu ifade edildi. İlk aşamada hakimin arabasını taşladıkları için 5 kişinin cezaevine girdiği, sonrasında yöre halkına zarflar geldiği fakat köylülerin bu zarfları kabul etmedikleri ifade edildi.

Vadide yazın yazın yaşayan 20.000 kişinin tümünün mağdur olacağı ifade edildi.

Saha ziyaretinde kendisiyle görüşülen Fikriye Ceylan devletin kendisine dönüm başına 10 bin TL verdiğini, alanları içerisinde 10 ceviz ve 130 hurma ağacının bulunduğunu ifade etti. İnşaatlarda patlatılan dinamitler nedeniyle 4 keçisinin de öldüğünü söyledi.

Elektrik üretmek amaçlı bu projelerin etkilerinin göç, su ve toprak kaybı olduğu açıkça görülmektedir. Projeler uygulanmaya sokulduktan sonra pansiyonculuk, doğa turizmi ile birlikte Çoruh nehrinin de yok olacağı görülmektedir. Yaşanacak olan kültürel asimilasyon ile köylüler üreticiden tüketiciye dönüşecektir.

Yöre halkının çokça ifade ettiği şey projelerin elektrik üretmek dışında amaçlarının olduğunun, suyun ticarileşeceğinin, suyun sahibinin el değiştireceğinin hissedilmesidir. Yusufeli barajı ise bu yıkımın omurgasını oluşturmaktadır.

Saha ziyaretlerine yönelik oturum:
Saha ziyaretleri ardından bu ziyaretlerde elde edilen bilgi ve gözlemlerin değerlendirilmesine yönelik bir oturum gerçekleştirildi.

200 km’den fazla alanda devam eden baraj ve HES projelerin hayata geçmesiyle genel olarak;
  • Elektrik üretimine %4 etki edecek olan projelerin 150.000 kişinin yaşamını doğrudan etkileyeceği,
  • Doğal yaşamın tahrip olacağı,
  • İçme suyunda kayıplar yaşanacağı,
  • Tarıma yönelik olarak belli türlerin yok olacağı, tarım alanlarının yok olacağı,
  • Meyveciliğin ciddi zarar göreceği,
  • Hayvancılığın olumsuz etkileneceği, belli havyan türlerinin yok olacağı,
  • Bu alanların insansızlaşacağı
İfade edildikten sonra bu projelerin,
  • Bir bölge planlama anlayışı temelinde yapılmadığı,
  • İnsanların gelecek hayallerini altüst ettiği,
  • Bölgede akademik kurumlar tarafından herhangi bir kayıt altına almanın söz konusu olmadığı ifade edildi.

Bölgede faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları temsilcileri bu projelerle ilgili mücadelenin genel olarak bireysel devam ettiği, devletle köylü arasındaki ilişkinin biçimi nedeniyle yapılan bilgilendirmelerin devlete karşı yapıldığının düşünüldüğünü, örgütlü bir mücadelenin olmadığını, buna rağmen bireysel mücadele gösterenlerin 3-6 ay arasında içeride tutulması gibi uygulamaların çok sık görüldüğü ifade edildi.

Bu tespitlerin ardından;

Pervin …: Bu projelerle insanların psikolojileri vs. yok oluyor. Kanuni yoldan yürütmeyi durdurma kararı verilmiş olmasına rağmen işlem durmuyor. Burada ki köyler arasında bir iletişim var mı biliyorum ama böyle bir iletişim çok önemli.

Rıfat Dağ: Gezide toplumsal ve bireysel izlenimler edinildi. KKG olarak bu projelere müdahale edebileceğimiz formal araçlarımız maalesef yok. Bizim yapabileceğimiz şeylerin başında bu meseleyi olabildiğince yaymak gerekiyor.
Yerinden etme Osmanlı’dan gelen bir gelenek. Kürt sorununda da bu göç unsuru radikalleştirici oldu, şiddeti hızlandırdı.
Şimdi bu insanlar bunları yaşıyorsa destek olmamız lazım. Hukukun kaynağı adalettir ve bir insan bir şeyi talep ediyorsa haktır.
Burada yasaların incelenmesini talep etmemiz gerekiyor. Karşımızdakiler güçlü adamlar, bu nedenle basından destek geleceğini zannetmiyorum.
İnsanlara söylenmesi gerekeni bir biçimde söylemek zorundayız.

Yonca Verdioğlu: Burada bu toplantıya katılan arkadaşların KKG’ne mesafeleri farklı.
Bu toplantıda açık kalan taraf devlet görüşünü dinleyememiş olmamız. Devletin planladığı şekliyle planlanan neydi, duyamadık. Bu toplantıdan sora eksik kalan bu kısmı kendimiz tamamlayabiliriz. Bunu yapmamız eleştirel sözümüzü söylememize olanak verecektir. 

Cana Ulutaş: Türkiye’de özgür düşünme, bilgiyi özgür biçimde analiz etme yok edilmiş durumda. Medyadan birinin ya da televizyona çıkan birinin değeri çok yüksek. Burada hükümetin işi diğer yerlere göre çok kolay olmuş çünkü %98 bir oy almış buradan. Rize’de açılan davalar kazanılıyor, Erzurum’dakiler kazanılamıyor.
Burada siyasetin çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Egemen Çakır: Burada açık bir yara var ve yarayla uğraşan kimse yok.

Bedros Kehye: Daha yara henüz açılmamış ama esas yara 30-35 senelik bir yara. Ortada genç olmadığı için para aktarılıp iş bitirilmeye çalışılıyor. Arazi darlığı ve genç nüfusun olmayışı bölgeye el konulabileceğini düşündürtmüş.
Yapılacak iş, önemli olan her köyden 3-5 kişinin bir araya gelerek ortak hareket etmesidir. Köylüleri birbiriyle tanıştırmak gerek. Yerelin örgütlenmesi çok önemli.

Nazik Işık: Tarafların hepsini bir arada dinlemek ve bunların kırsal kalkınma açısından ne ifade ettiğini iyi anlamak gerekiyor.
Bizim bu çalışmada sorgulama araçlarımız yeterli değildi. Sahada çok fazla insan görmedik, fazla deneyim paylaşımı yapamadık. Bir gelecek hayali bu işin içinde var mıdır, kimseden duymadık.
Sahadaki önemli eksiklerden biri çok ciddi bir tahribatın söz konusu olması.
Erzurum Üniversitesi Ziraat Fakültesinin tarihi oldukça eski. Bu fakülte burada bu kadar zamandır ne yaptı, bilmek gerek. Bunu dinleyemedik.
Burada yaşayan insanlar için bu projeler ne ifade ediyor, çok bilmiyoruz.
Bu bölgede enerji politikaları üzerinden bir bölgesel planlama yapılıyor mu, bu işin sosyo-ekonomik boyutu ne olacak konusu nu bilmiyoruz.
Boşalacak olan köylerde, bir köyün tamamen ortadan kalkacağı yerde devletin parasını verdim, hadi git demesi nasıl olacak?
Ben burada bir bölgesel dönüşüm projesiyle karşı karşıya kaldığımızı düşünüyorum.
Ayrıca kadınlarla da görüşememiş olmamızı bir eksiklik olarak görüyorum.

Zuhal Okuyan: Burada 99 depremi gibi bir afet yaşanıyor. Bu olağandışı durumun bir planlamasının yapılması gerekiyor. Böyle bir plan çıkarılabilir ve bu plan mücadeleyi dışlamaz.
Bu konuda meslek örgütlerinden de destek almak gerekiyor. Meslek örgütleri ve gittiğimiz diğer kuruluşlardan da destekle bir plan hazırlayalım.
Burası ülkenin kalan yerlerine göre kapalı bir kutu. Burayı kapalı bir kutu olmaktan çıkarmak lazım.

Özlem Saadet Işıl: Loç’u da Erzurum’u da Loç’un mücadelesi yükselene kadar bilmiyorduk. Olumsuz havaya dair söyleyebileceğim her yerelin kendine özgü bir dinamiğinin olduğu.
Örneğin Fındıklı köyleri ve merkezi arasında siyasi olarak ciddi bir fark vardı. Ama bu insanlar HES mevzubahis olduğunda o karar mekanizmasının içinde var olmayı becerebilmişler.
Bu insanları yan yana getiren ortaklıkları, örgütlenme modellerini ve pratikleri belirlemek önemli.
Mesela Çamlıhemşin muhalefete oy veren bir yer, her yerin farklı bir dinamiği var. Bu mücadelede oy verme pratiği ve mücadele arasındaki ilişkiye de bakmak önemli.
Loç çok muhafazakar ama iletişim kurmayı, örgütlenmeyi becerebildi. Deneyimleri olanlarla buluştular. Üniversitelerden, STK’lardan insanlar destek verdi. Bu nedenle örgütlenme pratiğine yönelik olarak konuşmak, başarılı olmuş ya da olmamış örnekleri konuşmak, duymak önemlidir. Tahribatın yaşandığı yerlerden, HES inşaatlarının olduğu yerlerden insanlar biraraya gelir ve konuşur.

Ekin Kurtiç: İptal edilen HES’ler gibi başarılı örnekleri dinlemek çok önemli.

Erhan Rohani Axin: Bir tarih süzgecinden geçtim adeta. Köyde doğup büyüdüm. Ermenilerin yaşadıklarını, Kürtlerin yaşadıklarını düşündüm.
Annemi yeni bir eve taşınmaya ikna edememiştim. Ama bu incelemeden sonra ben annemim yeni bir istememesini çok iyi anladım, ikna oldum.
Halkın hakkını gasp eden bir hukuk devleti olabilir mi? Bir halkı, bir bireyi yerinden etmek mümkün değildir. Koparttığınız anda onu öldürüyorsunuz.
Bunların örgütlenmesi aslında o kadar da zor değil. “Benim arazilerimden geçmese bu sorunla uğraşmazdım” diyenler olduğunu duyduk. Bizim bölgeye böyle bir HES, baraj yapılması mümkün değil. Biz tünelle su taşımaya karşı çıktık. Onlar yaptı, biz yıktık. Köyümüzün dışında duyan olmasa da biz kendi mücadelemize inandık, birbirimize inandık. Bunun üzerine birleşilebilirse bu başarılabilir.

İlhan Koçulu: Konu karmakarışık bir konu.
-Bugün ne oluyor,
-Yarın ne olacak,
-Bunlar neden yapılıyor/oluyor,
-Biz ne yapabiliriz sorularını cevaplamamız gerekiyor.
Alanda gördüğümüz Fikriye Hanım’ın gözlerinden gelecek korkusu ve huzursuzluk gözlerinden okunuyordu.
60-70 bin insan yerinden yurdundan olacak. Bu insanlar nasıl yeniden mutlu olabilecek, yaşama tutunabilecekler?
Küresel sermayenin emek üzerinden sömürüsünün doğa üzerindeki sömürüye dönüşmesi evrensel sermayenin uygulama alanı haline gelmiş durumda.
Yaşlı teyzenin korkusunu istimlak yasalarıyla nasıl basit bir şekilde anladığını gördük.
Bölgede gen kaynakları kayboluyor, kurtarılacağına dair bir ümit yok. Klima değişecek mi, değişmeyecek mi, bugün var olan bazı genler daha yüksek yerlerde oluşabilecek mi belli değil. Bu vadide “baba”ya itiraz etme algısı değişiyor. Artık baba sadece kendi aklıyla hareket etmiyor.
Yasal mücadele konusunda en büyük sorun örgütlü olmayışımız. Her bölge tek başına konuşuyor.
Bölgeler arasında sivil toplum aracılığıyla paylaşım yapılması ve bunun yetkililere götürülmesi önemlidir.

Nusret Çakar: Nazik Hanim konu ile ilgili bilgim yok dedi. Beyaz adamın demir atı bir hayli yol almış durumda. Mücadelede edenlerin mezarlarını kendilerine kazdırıyorlar ve en sonunda bu mücadelenin müzesini yapacaklar, yerli müzesi gibi. 

Bedros Kehye: Burada yüzyıllardır kendini gizleyen bir toplum var. Burada nüfus Ermeni’dir ve bunu gizli tutmaya çalışıyorlar.

Cana Ulutaş: Nazik Hanım kalkınma açısından GAP’la buradaki çalışmanın arasındaki farkı göremediğini söyledi. GAP’la bu zaman arasındaki süreçte dünyadaki süreçte değişti. O zaman devlet vaat etmek zorundaydı. Şimdi devlet sorumluluklarından arındı, aracı kurum gibi çalışıyor. Bu nedenle burada su sporları öyle kolay olmayacak, çünkü suyun tüketimi söz konusu olacak.
Az aylarında 3-5 ay gelen nüfustan söz edildi. O insanlar bir şeylerin devamını sağlıyorsa o da çok değerlidir.
Loç Vadisindeki mücadelenin şehirde örgütlenmesi de önemlidir.

Berin Ertürk: Çok insan odaklıyız. Bu sorun sadece buradakilerin sorunu değil, hepimizin sorunu. Bu olaydan hepimiz zararlıyız. Burada inanılmaz bir doğa kaybı yaşanıyor. Bu konuda odalar, diğer sivil örgütler ciddi raporlar hazırlamalı.

Yonca Verdioğlu: Biz buradan bu akşam döneceğiz, ama burada hayat devam edecek. Gördüğümü kadarıyla GAP’tan farklı olarak burada bir merkezi hükümet yok. Burada ciddi bir çalışmaya ihtiyaç vardır diye ilgili kurumlardan konuyla ilgili talepte bulunabilir miyiz? Ya da kendi içimizde ekip oluşturarak eksik konuların tamamlayabilir miyiz?

Özgür Gürbüz: Su ve enerji merkezi devletin planlarının bir parçası değil artık. 4628 sayılı kanunla enerji piyasası serbestleştirildi. 2003 yılında suyun kullanımıyla ilgili projeler bundan sonra başladı.
Büyük baraj projelerine baktığımızda eskiden bunların merkezi hükümetin uyguladığı bölgesel planlara göre yapıldığını görürdük. Şimdi ise özel sektör geliyor, baraj yapacağım diyor. Sonra ihale açılıyor, 20-30 şirket bu ihaleye giriyor vs.
Denetim konusu diğer önemli sorun. Gezip gördüğümüz yerlerde hiçbir yerde denetim yoktu.
Sektörler arasında da bir ilişki yok.

Aylin Örnek: Kalkınma Ajanslarının da programlarına bakmak gerekiyor, neyi destekliyorlar vs gibi.

Erol Çakmak (DAKAP Proje Yöneticisi): Burada halk direnişi zayıf çünkü bu tamamen küresel politikalarla ilgili. Burası marjinalleşmiş, üretimden kopmuş bir bölge. Pazara yeterince mal, ürün getiremiyor. Bu da direnci düşürüyor. İnsan erozyonu bölgede 20-30 yıldır yaşanıyor, dolayısıyla nüfus yaşlı. Buna rağmen bölgede sağlıklı bir çevre geliştirilemez denemez. Ben habitata verilen zararın yeni yeni farkına varıldığını düşünüyorum.
Üniversitede maalesef çevre ve insan odaklı çalışmalar üniversite programında yer almıyor. Bu nedenle üniversiteye çok fazla bel bağlamayın.

Değerlendirme oturumu:
Toplantının son oturumu toplantının KKG’nin değerlendirilmesine ayrıldı. Burada;
-Meselenin canlılığı nedeniyle zor bir toplantı olduğu,
-Yerel halkla iletişimin eksik kaldığı,
-Bizim yerel halkta ne tür izlenim bıraktığımız konusunun önemli olduğu,
-Saha ziyaretlerine daha fazla zaman ayırmamız gerektiği,
-KKG toplantılarında ilk kez biz ne yapabiliriz kaygısını duyduğumuz,
-Bilgi yayma, dağıtma ve ortak söz söylemek yönünde ilerlemenin iyi olacağı,
-Toplantı içeriğinde yer alan kırsalda turizm konusunun yeterince tartışılmadığı,
-Bloga hem bu toplantının hem de önceki toplantıların verilerinin konmasının iyi olacağı,
-Grup için blog ve mail-grup kullanımlarının geliştirilmesinin önemli olduğu,
-Bugüne kadar yapılan toplantıların notlarından bir çıktı hazırlamanın iyi olacağı,
-Toplumsal cinsiyet konusunun her toplantıda yer alması gerektiği belirtildi.

Ayrıca bu toplantıya yönelik olarak genişletilmiş bir raporun Cana, Zuhal, Bedros, Ekin, Canan ve Aylin tarafından yazılmasına karar verildi.

Bir sonraki toplantı konusu için yapılan öneriler:
-kalkınma kavramının irdelenmesi ve kalkınma yaklaşımları
-Kırsal turizm
-Katılım ve kırsal kalkınma
-Gıda üretimi
-Su ve sulama

Bir sonraki toplantının Mayıs ayında Ankara’da kalkınma kavramı ve kalkınma yaklaşımları üzerine yapılmasına karar verildi.

Bu toplantının ardından yapılacak ikinci toplantının ise Sarıkeçililer’in göç yolunda yapılmasına karar verildi.





Y




İlhan Koçulu: 





























EK 1:

HER HES SUYA VURULAN BİR KELEPÇEDİR/ Abdullah AYSU

Akarsular, doğanın damarlarıdır; dağlarda, ovalarda, dolanır durur. Ancak dolanıp durması boşuna değildir; toprak üstünden akarken bütün aleme can verir. Yer altından akan sular da, karışır ummana, can verir ummandaki tüm canlılara.
Su gah buhar olur çıkar gökyüzüne, gah buhar yağmura, kara, dönüşür  iner yeryüzüne. Böyle döner durur bu devran. Ancak dönen bu devranla yaşamını sürdürebilir canlılar ve dünya.
Su akarken gözle gördüğümüz ve göremediğimiz milyarlarca canlıya can verir. Suların can verdiği canlıların terlemesiyle, akan suyun ve ummandaki suyun buharlaşmasıyla yağmur olur, düşer tekrar toprağa. Oralarda da yeniden can verir; var eder yaşamı.
Bu güne değin suya göre yerleşti insanoğlu, ona göre konumlandı tüm canlılar.  Suyun yanında yeşeren yüksek otları yiyerek büyüdü büyük baş hayvanlar. Semirdi et bağladı, sağıldı süt verdi, sütten yoğurt, yağ, peynir yapıldı geldi sofralarımıza. Katık oldu ekmeğimize.
Yüksek yerlerde yetişen küçük otları yiyerek yaşar keçiler, koyunlar ve yaban hayat. Onların doğaya saldığı gübreler yeşertir otları, otlar tutar toprağı, böylece kapılmaz sele, rüzgâra toprak.
İşte bu “yaşam iksiri” olan akarsuların üzerine şimdi Hidro Elektrik Santraller (HES) yapılıyor… Hem de hiçbir dere, çay ve nehri atlamadan binlerce HES’in kurulacağı söyleniyor.
Her HES suya vurulan bir kelepçe
Bir şirket alacak suyu boruların veya tünellerin içine, belli kota çıkaracak sonra yukarılardan aşağıya bırakacak, elektrik elde edecek. Sonra salacak; “azad edecek” suyu. Suyun azad edildiği yerden bu kez bir başka şirket suyu, boruların veya tünellerin içine hapsedecek daha özgürlüğünün farkına bile varmamışken. Böyle elden ele gezinecek, su…
İşte suyu böyle tutsaklaştırıyor, şirketler. Şirketlerin inşa edeceği her HES ile suyun özgür akışına bir kelepçe vurulacak!
HES’lerle vurulan kelepçeler nedeniyle su, toprak ve canlılarla buluşamayacak neredeyse. Peki su, toprak ve canlılar ile buluşamazsa ne olur/ne olacak?
Önce yavaş yavaş kuşlar kaybolacak, ardından sazlıklar ölecek sonra da iklim kararsızlaşacak. Tarlalar çoraklaşacak, hayvanlar suya kolayca erişemeyecek. Göller kuruyacak, su giderek daha derine kaçacak. Yaban hayat yok olacak. Yaban hayatın ürün verimliliğinde sağladığı artış düşecek. Verimliliğin azalmasıyla açlık ve kıtlık baş gösterecek. Yaşamı suya bağlı milyarlarca canlı ölüm kalım savaşı verecek…

 

HES’LER
Söylemler

Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu her fırsatta suların boşa aktığını, 7 milyar doların boşa aktığını, barajların iklimi güzelleştirdiğini, vatandaşın yanlış yönlendirildiğini, HES’lerin kesinlikle çevreye hiçbir zarar vermediğini, kesilen ağaçların 5 katı ağaç diktirildiğini belirtiyor ve vatandaşın kendisine güvenmesini, her şeyi vatandaşın menfaati için yaptıklarını söylüyor. Vatandaşın zararına olacak bir şeyi devletin yapmasının söz konusu olamayacağını da ilave ediyor.
Gerçekler
1. HES’lerden üretilecek enerji 25-30 yıllığına devlet alım garantili. Yani HES yapımcısı şirketler imtiyazlı şirketler oluyor.
2. HES yapımcısı şirketlere sular 49 yıllığına veriliyor. Suyu satma hakkı tanınıyor.
3. HES’ler temiz enerji grubunda sayılıyor. Dolayısıyla HES yapma ruhsatına sahip olan şirketler Kyoto Protokolü gereği kirleticilere temiz hava kotası satabilecek.
4. HES yapımcısı şirketin istemesi halinde çevresindeki tarım arazilerini devlet onlar için istimlak edebilecek. Diğer maddeler de önemli ama en çok da bu madde önemli. Bu maddeyi açmakta yarar var.
a) Tarım topraklarının korunması ve uygun kullanılması amacıyla Temmuz 2005’te çıkarılan 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nda 2008 yılında 5751 sayılı kanunla yapılan değişiklikle ve Yenilenebilir enerji kaynak alanlarının kullanımı ile ilgili yatırımlar için Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun talebi üzerine 20/2/2001 tarihli ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu uyarınca yapılan değişikler nedeniyle artık tarım toprakları korunmayacak.

b)  Asıl amacı meralarımızın korunması olan 4342 sayılı Mera Kanunu’nda yapılan değişiklikle de Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun talebi üzerine 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu hükümlerine göre elektrik faaliyetleri için ihtiyaç duyulan alanlar için de artık meralarımız korunmayacak.
EROZYON
En verimli tarım toprakları, akarsuların taşıdığı toprak zerreciklerini sermek suretiyle oluşur. Bu verimli topraklardan da, verimli ovalar ve deltalar meydana gelir.
Eğer akarsuların akışı engellenecek örneğin önlerine barajlar inşa edilecek olursa arazilerin alçak noktalarına toprak taşıyacak güçte su akışı olmaz, ova ve delta toprakları beslenemez. Erozyon olur. Bilindiği gibi erozyon iki türlüdür.
Bunlar;
1. Erozyonun doğal bir biçimde gerçekleşmesi doğanın işleyişi ve devamlılığı için gereklidir. 
2. Doğanın kendi iç işleyişine dışarıdan insanların müdahalesi ile gerçekleşen erozyonlar var. İşte bu erozyon biçimi erozyonu hızlandırdığı ve doğanın ihtiyacından fazlasını gerçekleştirdiği için doğanın işleyişi için risk oluşturur.
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Su Havzaları, Kullanımı ve Yönetimi Özel İhtisas Komisyonu Raporu’nda açıkça belirtildiği üzere: büyük yatırımlar yapılarak tesis edilen barajlar, akarsu ve yüzey akışlarının taşıdığı toprak materyali ile planlanan ekonomik ömürlerinden çok daha kısa sürede dolmakta ve işlevlerini yitirmektedir. Genelde ekonomik ömrü 50 yıl olarak belirlenen barajların planlanmış ölü hacimlerinin erozyon etkisiyle 15-20 yılda (Karamanlı Barajı-13yılda, Altınapa Barajı-10 yılda, Kartalkaya Barajı-19 yılda, Kemer Barajı-22 yılda) dolduğu görülmektedir.

Fırat üzerinde tesis edilen Keban Barajı’na her yıl en az 32 milyon ton toprak taşınmış ve tesis tarihi olan 1974 yılından 1999 yılına kadar toplam 800 milyon ton toprak baraj tabanına yığılmıştır. DSİ ve EİEİ tarafından bazı istasyonlarda yapılan ölçümlere göre;
  • Dicle Nehri-Cizre 26,7 milyon ton/yıl,
  • Fırat-Dutluca 16,8 milyon ton/yıl,
  • Kızılırmak-İnözü 15,7 milyon ton/yıl,
  • Murat-Palu 15,1 milyon ton/yıl,
  • Murat Nehri-Akkonak 8,8 milyon ton/yıl,
  • Çoruh-Karşıköy 7,8 milyon ton/yıl,
  • Kelkit-Faklı 6,9 milyon ton/yıl,
  • Ceyhan-Misis 5,7 milyon ton/yıl küçük toprak parçacıkları taşımaktadır.

Akarsuların üzerlerine inşa edilen barajların aşağı kısımlarında yer alan yer altı sularının yeterince beslenememesi ve derinlere doğru hareket etmesi nedeniyle toprak nemi hızlı bir şekilde kaybolmakta, tarımsal üretimde verim düşmektedir. Barajın üst kısmında ise şişen su kütlesi yer altı suyunu yüzeye yaklaştırmakta, nem fazlalığı ve tuzlanma tarımsal üretimi olumsuz etkileyebilmekte, verimi düşürmektedir.
CANSUYU
Akarsular normal seyrinde akarken çiftçiler ovalarda ve deltaların yakınlarında her yıl ovalar ve deltalarda ise yılda iki ürün alabilmektedir. Akarsular normal seyrinden çıkarılır, borular içine hapsedilir sadece cansuyuna mahkûm edilirse iki yılda bir ürün alabilecektir. Dolayısıyla çiftçi yoksullaşacak, toprağına tutunamayacaktır.
a) Ovalar ve deltalara karşı deniz üstünlüğü ele geçirir
Akarsular, üzerine kurulan barajlar ve boruların içerisine alınması nedeniyle ovalara, deltalara toprak takviyesi yapamayacağından yani sadece can suyu salınmasına muhtaç kalan ovalar ve deltalara karşı deniz üstünlüğü ele geçirir. Akarsu yatağından deniz iç kısımlara doğru ilerler. Bu ilerleme sürecinde akarsuyun beslediği yer altı sularını da deniz suları beslemeye başlar. Yer altı suları tuzlanmaya başlar. Yer altı suları kendilerini temizleyemez. Yer altı sularını kullanarak arazilerini sulayan çiftçiler aracılığıyla kilometrelerce uzağa götürülecek bu tuzlu sular toprakları tuzlandırır. Yeraltı sularına karışan deniz suları ile tuzlu su hızla uzaklara ulaşır ve yayılır.
b) Kanalizasyonlar, kimyasal gübre ve ilaç atıkları, sanayi atıkları
Engelsiz akan akarsuyun oluşturduğu verimli tarım toprakları yerine yapılan barajlar nedeniyle bırakılan cılız can suyuna galip gelecek olan deniz suyu verimli toprakları sadece verimsizleştirmez, kullanılmaz kılar.
     TÜİK’in verilerine göre ülkemizde 2006 yılında 3225 belediyenin 2321’inin kanalizasyon şebekesi vardır ve yalnızca 362’sinde arıtma tesisi bulunmaktadır. Yani her on belediyeden sadece birinde arıtma tesisi bulunmaktadır. Gerek bu belediyeler, gerekse belde ve köyler atık sularını derelere, göllere ve denizlere vermektedir. Akarsular normal debilerinde aktıklarında çoğu zaman fark edilmeyen bu atıklar, hangi bilimsel hesap ile tespit edildiği bilinmeyen can suyuna verildiğinde, artık o yatakta su değil, kirli bir sıvı akmaktadır. Kanalizasyon suları pek çok zararlı bakteri, tuz ve iyonlar içermektedir.
Yağmur suları ile çevre tarım arazilerinden yıkanan kimyasal gübreler ve tarım ilaçlarının da can suyuna karışmasıyla akan sıvının tehlike boyutu daha da artmaktadır.
Arıtmasını çalıştırmayan sanayi tesislerinin kimyasal atıklarının da bu tehlikeli sıvıya karışması ile kirlilik boyutu çok daha fazla artacaktır. Can suyunu su olmaktan çıkaran bu kirli bulaşmalar, akarsu yatağını artık bulaşıcı hastalıkları yayan bir tehlike haline getirecektir. Çiftçi en basit yöntemle suya attığı bir boru ve pancar motoru yardımıyla tarlasını sulamaktadır. Can suyu haline getirilerek tehlikeli bir boyut kazanmış sıvıyla tarlanın sulanması, hem tarlanın kirlenmesine hem de halkın sağlığını bozacak ürünlerin yetiştirilmesine yol açacaktır. Bu suyla beslenen yer altı sularının da kirliliği artacak, bu yer altı suyuyla tarlasını sulayan çiftçilerin tarlaları ve ürünleri de aynı tehlike ile karşı karşıya kalacaktır.

c) Flora ve fauna ölür
Akarsu yatağındaki suyun can suyu şekline dönüştürülmesi, suyla doğrudan bağlantılı flora ve fauna üzerinde ölümcül etki yaratmaktadır. Bir azalan bir çoğalan can suyu, yataktaki bitki örtüsünün çürümesine yol açmakta, kötü kokulu gazların açığa çıkmasına, yerleşim birimlerinin rahatsız olmasına yol açmaktadır. (Çay üretimi-Keskin’de Kızılırmakta fındık örneği)

d) Durgun su daha hızlı buharlaşır
Barajda tutulan durgun su tabakalarının alt kısımlarına doğru artan anaerobik ayrışma (havasız) ortamı oluşmaya başlar. Bunun sonucu olarak da koyu yeşil görünümlü bitkilerin yanında makro flora su yüzeyinde gelişmeye başlar. Bu durum durgun suyun normalden daha hızlı buharlaşmasına neden olur. Akarken yer altı sularını besleyen su kütlesi artık buharlaşarak yok olmaktadır.

e) Barajlar iklim değişikliğine yol açar, doğal bitki örtüsünü olumsuz etkiler
Baraj çevresindeki havadaki nemin artışı lokal ya da bölgesel iklim değişikliklerine yol açabilmekte ve doğal bitki örtüsü üzerinde olumsuz etki yapabilmektedir. Nemli ortamlarda görülen mantari hastalıklarda ve haşerelerdeki artış hem doğaya hem de tarımsal üretime zarar vermektedir.


f) Barajlar biyoçeşitliliği azaltır, su kaynaklarının devamlılığını tehlikeye sokar   
Sulak alanlar, tropik ormanlardan sonra biyolojik çeşitliliğin en yüksek olduğu alanlardır. Özellikle su kaynakları kısıtlı olan kapalı havzalarda inşa edilen barajlar sulak alanların kurumasına ve buralardaki biyoçeşitliliğin yok olmasına neden olmuşlardır. Ülkemiz barajlar nedeniyle sahip olduğu sulak alanların yarısını ve dolayısıyla bu alanlardaki biyoçeşitliliğini kaybetmiştir.

     Barajların bulundukları yerin iklimini değiştirmelerinin diğer bir tehlikesi ise su kaynaklarının devamlılığını tehlikeye sokmasıdır. Gerek yer altı gerekse yer üstü su kaynakları asıl olarak kar yağışıyla beslenmektedir. Oysa günümüzde kurulan barajların çevrelerinde ya hiç ya da yeterince kar yağışı olmadığı artık net bir gerçektir. Bu özellikleri dolayısıyla suyu muhafaza etmek üzere kurulan barajlar, diğer yandan su kaynaklarını zayıflatma ya da tamamıyla yok etme işlevi de görmektedir.

Sonuç:
     Bugün enerji üretimi adı altında mantar biter gibi ortaya çıkan HES’lerin sularımızın ticarileştirilmesine ve kırsal alanın boşaltılmasına neden olacağından söz etmiştik,
Tüm olumsuzluklara rağmen tarımsal üretimini devam ettirmeye çalışan çiftçinin durumu su kullanım hakkı şirketlere verilen sudan bahçesinde tarlasında yararlanamayacağı, hayvanını sulayamayacağı için daha da zorlaşacaktır.
Hayvansal üretim için gerekli meraların, bitkisel üretim için gerekli olan tarım arazilerinin tahribatının HES uygulamalarıyla yasallaştırılması, çiftçi gelirinin düşmesi ve yurttaşlarımızın yeterince beslenememesi anlamına gelmektedir.
Barajlarda tutulan suyun yer altı suyunu yeterince besleyememesi ve iklimi değiştirmek suretiyle su kaynaklarının beslenmesini zora sokması, diğer yandan suların borulanmak suretiyle doğayla irtibatının kesilmesi, tarım arazilerindeki nemin azalması ve üretimde verimin düşmesi anlamına gelmektedir.
HES’lerin maddi getirileri sürekli bizlere aktarılırken, çiftçinin ve doğanın uğradığı kayıplar asla hesaba katılmamaktadır.







[1] Türkiye’nin küresel ısınmaya neden olan seragazı emisyonları 1990 yılına göre %98 artarak 369 milyon tona ulaşmış durumda.
pan sty� Z\f n Љ� � Times New Roman"'>       Toplantıda alt başlıklar oluşturup daha önce Hatay’da ekolojik perspektif, gıda egemenliği vb kavramlara ilişkin oturumlar gerçekleştirebiliriz önerisi geldi. Bununla Ekin ilgilenecek.
-       Katılımın nasıl olacağına dair bazı noktaların altının çizilmesi gerektiği vurgulandı. Düzenli karılımın önemli olduğu ancak bu katılımın sadece toplantılara katılımcı olarak olmaması gerektiği söylendi. Moderasyon ve organizasyonun daha paylasimci ve etkin bir şekilde yapılmasının bugüne kadar daha fazla görev almış arkadaşların ve aslında tüm grubun enerjisini yükselteceği vurgulandı.
-       Her toplantıda konuşma yapmak zorunda kalanlarımız var. Örneğin Bülent hoca bu durumdan rahatsız olduğunu belirtti.

1 yorum:

  1. Blogunuzda yer alan paylaşımlarınız çok olumlu bulduk ve klima tamir olarak başarılarınızın devamını diler.

    YanıtlaSil